7 Ocak 2008 Pazartesi

Paris sıkıntısı hiç bu kadar neşeli olmamıştı!


Ne zaman ki birileri Paris hakkında romantizmin başkenti der, benim kusasım gelir.
Paris ziyaretim sırasında yaşadığım iç sıkıntısı ve başka bir gezegende olma hissi sadece bana mı nasip olmuştur diye de hep merak ederdim.
Bu hislerine tercüman olduğu için 2 Days In Paris'e özellikle teşekkür ederim.

2 Days In Paris; New York'lu ve oldukça Woody Allen vari ( New Yorkerlık bunu gerektiriyor olsa gerek) bir iç mimarla, yine New York'da yaşayan bir Fransız fotoğrafçının Paris'te geçen iki gününü anlatıyor. Ortamın yerlisi Marion'un geçmişi (ya da eski sevgilileri diyelim) ve ''Avrupalı''lığı has Amerikalı Jack'e oldukça zor zamanlar yaşatıyor bu 2 günlük ziyarette. Hem kültür çatışması hem de kadın- erkek ilişkileriyle ilgili öyle komik ve sıradışı göndermeler, öyle zekice replikler var ki, seyrederken kahkaha atmamak elde değil. Üstelik film ezberlediğimiz Paris manzaralarında değil, ara sokaklarda, apartman dairelerinde, taksilerde, pazarda ve hatta Mc Donalds'da geçiyor!

Julie Delpy'nin gerçek anne babasının canlandırdığı eski hippi anne baba, sokakta karşılaşılan Amerikalı turistler, Jim Morrison'ın mezarı başındaki 'minyatür hippi' ve tabi ki 'peri' benim filmde en sevdiğim ve en çok güldüğüm karakterler oldu.

Julie Delpy, hem sarışın, hem akıllı, hem de güzel olduğu halde bir gram bile kibir göstermeden aşk hakkında bildiklerini öyle güzel anlatmış ki, gidip sarılıp öpesim geliyor.
Küstah ve tedirgin Amerikalı sevgili rolü ne kadar iyi yazıldıysa, bir o kadar da iyi oynanmış, Adam Goldberg ilk defa ''yancılık''tan başrole geçişinin hakkını şahane vermiş.

Sonuç olarak romantizmden anladığı ''mum ışığında akşam yemeği'' olanların uzak durması gereken; çok gerçek, çok nefis bir romantik komedi 2 Days In Paris.

julie Delpy'nin harika monologunu da ekleyerek bitireyim öyleyse:

it always fascinated me how people go from loving you madly to nothing at all, nothing. it hurts so much. when i feel someone is going to leave me, i have a tendency to break up first before i get to hear the whole thing. here it is. one more, one less. another wasted love story. i really love this one. when i think that its over, that i'll never see him again like this... well yes, i'll bump into him, we'll meet our new boyfriend and girlfriend, act as if we had never been together, then we'll slowly think of each other less and less until we forget each other completely. almost. always the same for me. break up, break down. drunk up, fool around. meet one guy, then another, fuck around. forget the one and only. then after a few months of total emptiness start again to look for true love, desperately look everywhere and after two years of loneliness meet a new love and swear it is the one, until that one is gone as well. there's a moment in life where you can't recover any more from another break-up. and even if this person bugs you sixty percent of the time, well you still can’t live without him. and even if he wakes you up every day by sneezing right in your face, well you love his sneezes more than anyone else's kisses.

Hiç yorum yok: