5 Şubat 2008 Salı

Y'know what you are, what you're made of. War is in your blood. When you're pushed, killing's as easy as breathing.

Rambo gelir, bir sürü adam öldürür (öyle böyle değil).
Ya ne olaacadı?
John Rambo'yu sevmeyen insan değildir!

Taraf olmazsan telef olursun.




Gone Baby Gone; yarattığı atmosferle olsun, Casey Affleck'in başta ağzına bir tane çakma isteği doğurup sonradan alışılan alışılagelmişin dışındaki oyunculuğuyla olsun, feyk atan plot twistleriyle olsun gayet de averajın üzerinde, eli yüzü düzgün bir film olabilirmiş. Olabilirmiş çünkü, filmin sonunda yaratılan polemik Gone Baby Gone'ı iyi değil, çok iyi bir film yapmış.
Ben seyrettiğimden beri yaklaşık bir haftadır Patrick Kenzie'in verdiği kararı düşünüyorum, ben olsaydım ne yapardım diyorum.
İnsan başta hiç düşünmeden küçük kızın Capt. Jack Doyle'da kalması gerektiğinine karar veriyor elbette ama dedim ya, düşünmeden. Biraz kafa yorunca şöyle şeyler geliyor akla; kim alkolik bir anneyle büyüyen bir çocuğun mutsuz olacağını ''garanti'' edebilir ki?
Bir de şu var, françois truffaut' o berbat çocukluğu yaşamasaydı Les Quatre Cents Coups'u çekebilir miydi? Peki ya Les Quatre Cents Coups mutlu bir çocukluktan daha mühim olabilir mi?
Dedik ya, çok kafa karıştırıcı, insanın keyfine çomak sokucu bir film Gone Baby Gone.
İnsan sinemadan daha ne isteyebilir ki?