22 Mayıs 2008 Perşembe

Durmayalım düşeriz.

Senin de hoşuna gidecek yavrum.


İtiraf ediyorum ki, Marathon Man’i o meşhur Laurence Olivier – Dustin Hoffman anekdotu yüzünden seyrettim.

Hani Dustin Hoffman sete uykusuz ve bitik bir halde gelir zira filmdeki karakterinin başına gelmeyen kalmamıştır, işkencelerden geçmiş ve saatlerce kovalanmıştır. Metod oyunculuğunun bokunu çıkartan Dustin Hoffman da karaktere daha iyi can verebilmek için yemez içmez uyumaz ve leş bir halde gelir sete. Bunu gören yılların kurdu Laurence Olivier de, ‘’Rol yapmayı denesen kuzum, o daha kolaydır.’’ diyerek ayar tarihine adını altın harflerle yazdırır.

(Sonradan Actor’s Studio’da seyrettim, Dustin Hoffman ‘’Valla bak bilerek yapmadım, karımdan boşanıyodum zaten bunalımdaydım, hem Olivier’de öle bişi demedi, beni çok severdi rahmetli’ tarzında bir açıklama yaptı ama yemezler.)

Bir Dustin Hoffman hayranı olarak senelerim bu filmi merak ederek geçti. Sonunda dvd’sini edinip seyrettim ve üzülerek söylüyorum ki, berbat bir filmmiş. En son There will be blood’da tecrübe ettiğimiz gibi, nasıl oluyor da bütün dünya belli dönemlerde oldukça kötü filmlerin başyapıt olduğu konusunda hemfikir olabiliyor anlamak mümkün değil. Ama bunu anlayan sanırım kitle psikolojisini çözen ve Hitler’e de mantıklı bir açıklama getirebilen biridir ve çok akıllı bir insandır.

Filme dönmek gerekirse ‘’hikaye anlatımı’ olarak gördüğüm en sığ filmlerden biri. William Goldman herkesin romanı okuduğundan ya da daha iyisi onun aklını okuduğundan emin olarak kaleme almış senaryoyu sanırım. O kadar dikkatli seyretmiş olmama rağmen (evet bir noktadan sonra sıkılıp oje sürmeye başlamış olabilirim ama kulağım hep ekrandaydı) Dustin’in babasının ne haltlar karıştırdığını ve neden intihar ettiğini anlamam mümkün olmadı mesela. Aynı şekilde Roy ‘un ne iş yaptığını da tam çözemedim. Evet, polisiye bir durum vardı ama, neydi?

Peki ya grevler, Paris sokaklarındaki çöpler, hele hele Dustin ve manitanın (hesapta) çok ateşli sevişme sahnesi? Tam 40 yaşındaki Dustin’in üniversite öğrencisini oynamasına hiç değinmiyorum bile. (Rahmetli abisi daha genç duruyordu yeminle) Peki o manitanın fonksiyonu neydi? Olivie’nin Yahudi mahallesinde salyangoz satmasından hiç bahsetmeyeceğim.

Peki, kabul ediyorum ki, Tarantino henüz o zamanlar ortalıkta olmadığı için Olivie’nin psikopat dişçi karakteri ve Dustin’in dişini vzzzz eden makineyle oyma sahnesi dönemine göre oldukça mide bulandırıcı ve gergin bir sahne olmalı. Ha keza Dustin’in tabana kuvvet koşmak suretiyle New York sokaklarında kaçıştığı kovalama sahnesinin ve şu ahir dünyada kendisini çıplak görme şerefine eriştiğimiz banyo sahnesinin de hakkını verelim.

Ama son tahlilde kötü oynanmış ( Shakespeare çarpar, Laurence Olivier hariç diyelim), kötü çekilmiş (doğruya doğru), kötü yazılmış (romanı bilemem), hikayesi anlaşılmazlıklar ve hatalarla dolu bir ‘başyapıt’mış gerçekten de.


Not: Ama asıl sorum şu: Sayın William Goldman, neden maraton?

1 yorum:

miocaro dedi ki...

ne var kardesim biz de 40imizdan yil aldik ve universite orencisiyiz hala! eylulde su lanet tezi veremezsem daha da katmerli bir orenci olarak hayatimi surdurcem. izlemicem filmi de onyargi olustu nedense :)